Sohbet Girişi
Kategoriler
1860’lı yıllara kadar, Amerikan şehirlerinin merkezinde inşa edilmiş binalar, dört ila beş katı, on sekiz ila yirmi metreyi geçmiyordu. Yalnızca kilise çanları çatıların üstünde yükseliyordu.otuz sene sonra yeni bir mimari doğdu: New York ve Chicago’nun dar sokakları boyunca garip sulietleriyle on, on iki hatta yirmi katlı binalar dikiliyordu.
Amerikalılar, ayrılık savaşı sonrasında, ülkeye ekonomik dönüşümler nedeniyle gerekli olanyeni inşaat timini çoşkuyla benimsedi. Ağır sanayinin, ticaretin ve bankacılık faaliyetlerinin büyümesi, girişimlerin yoğunlaşması ve ülkedeki kentleşme hız kazanırken, kent merkezlerinde, bürolara büyük mağazalara ve iş adamları ile ziyaretçiler için otellere gereksinim duyuldu.
Ama topraklar daha pahalı olmuştu ve denizin, kentin kalbine kadar sokulduğu boston ve New York gibi topoğrafyanın elverişsiz olduğu bazı şehirlerde çok zor bulunuyordu. Mimarlar yer kazanabilmek için git gide daha yüksek binalar tasarlıyordu. 1870’li yıllardan itibaren, normalden iki kat yüksek ticari binalar yükselmeye başladı. Bu gökdelenlerin inşası mimari yetenek gerektiriyordu ve teknik engeller gündeme geldi: Çok yüksek bir bina inşa edebilmek için, bir yandan temelerin ve duvarların sağlamlığını sağlamak, diğer yandan ise, üst katlara fazla yorulmadan olanak yaratmak gerkiyordu. Bu problemler, iki önemli teknik buluş sayesinde çözüldü. Bunlardan ilki, bina’nın ağırlığını taşıyan ve duvarların kalınlığının azaltılmasına olanak sağlayan metal bir iskelet kullanmasıydı. İkincisi ise asansörün icad edilmesiydi ilk “gökdelenler”, 1870 ve 1885 yılları arasında, New York ve Chicago‘da ortaya çıktı. Bu “atalar”ın çoğunluğu günümüzde kaybolmuş, yerlerini daha modern ve daha yüksekleri almıştır. Ama, dönemim fotoğrafları ve gravürlerine bakıldığında, çağdaşlarımızın bu cesur mimari karşısındaki anlaşılmaktadır.
Yazar: kaRnaK
Görüntüleme: 219 defa
Kategori: Genel, Genel Kültür
Yayınlanma Tarihi: 23 Ağustos 2013
Kategoriler