Sohbet Girişi
Kategoriler
İbrahim Balaban,Türk ressamı (Bursa 1921).
Doğduğu köyün (Seçköy) üç sınıflı ilkokulunu bitirdikten (1931) sonra çobanlık, tarım işçiliği yapan, taş kırma işinde çalışan İbrahim Balaban önce adı bir kaçakçılığa karıştığı için (1937), sonrada adam öldürme suçuyla (1942) tutuklandı. Ceza evinde Nazım Hikmeti tanıyıp ondan resim yapmayı öğrendi. 1950’de çıkan aftan yararlanarak serbest kalınca, İstanbul maya galerisinde açılan bir karma sergiye katıldı. 1953’te yine İstanbul’da düzenlediği ilk kişisel sergisiyle, toplumsal gerçekçi akıma yöneldi. ” Birinci dönem” adını verdiği bu sergiyi, 1959 yılında başlayarak çeşitli aralıklarla Ankara ve İstanbul’da açtığı öteki dönem sergileri izledi. 1961’de İstanbul’da yeni dal Grubu’na katıldı. Özellikle 3. dönem ve 4. dönem sergilerini, büyük iller dışında Bursa, Denizli, Konya, aydın, Burdur, ve Antalya’ya da götüren sanatçı, bu dönem resimlerini “Dağınık”, “Nakışsı” “Ağıraksak” gibi özgün adlar altında topladı. 1979-1980 yıllarında Almanya ve Hollanda’da kişisel sergiler açtı. 1982-1985 yılları arasında çeşitli resim dizileri (Yaşam kavgası dizisi vb.) gerçekleştirdi. 1985 sonu ve 1990’da açtığı sergilerde özellikle Anadolu kadınlarına geniş yer verdi
(Sivaslı zühre, vb). Sanata ve toplumsallığa ilişkin görüşlerini, düşüncelerini Balaban (1962), iz (1965), şair Baba ve damdakiler (1968), izdüşümü( 1969) adlı kitaplarında kendine özgü bir anlatımla dile getirdi.
HALK RESMİ GELENEĞİ VE ÇAĞDAŞLIK
Kendi kendini yetiştirmiş bir ressam olan Balaban’ın yapıtlarında anonim halk resmi geleneği egemen öge olarak önemini korumakla birlikte toplumsallığın düşünsel bir eğilimle aynı düzeyde anlam kazanmış olması, bu resmi dar feodal kalıpların üstüne çıkarmıştır. Bu nedenle Balaban’a biçim ve içeriğiyle halk geleneklerinden esinlenen, ama bu geleneği çağdaş bir zemine oturtan bir sanatçı gözüyle bakılabilir. Konularını genellikle karabasana tutsak olan köy yaşamından, Anadolu insanın gerçekliğinden halk efsanelerinin yaygın niteliğinden olan Balaban’a göre, her doğal görüntü, bir resim konusu olamaz. Köy’de doğup büyümüş olması nedeniyle tütün, pamuk, üzüm, ipek kozası üretiminde işçi olarak çalışmasına karşın, kendi deyimiyle, “bunlara değğin bir tablo yapmamıştır”. Çünkü bunlar görsel gereç olmakla birlikte,” konulu” değildir. Konuysa Yine Balaban’a göre, bir “öz”dür; resim konuları, kendi içlerinde kabuklaşarak resme dönüşürler. Konusuz resimde olabilir ama bunların öncelikle bir “biçim” kazanmaları, böylece resimlemeleri gerekir. Balaban aşağı yukarı bütün resimlerine konu oluşturan insanı herhangi bir nesne gibi model almaz; çünkü ona göre insan yalnızca “yaşantı”sı model alınabilir. Yani İnsanı kendi konusu içinde “öz ve kabuk oluşması” düzeniyle ele alıp yorumlamak, tabloya geçirmek gerekir. Her konunun kendi biçimini yaratması da bu aşamadan sonra gerçekleşir.. Balaban’ın sanat anlayışı, bu ölçü içinde, doğrudan doğruya kendi mantığıyla açıklanabilecek bir anlam taşır. Ayrıca bu mantığın, günümüz sanat oluşumları karşısında, dışa açık olan yönü, içine kapanık yönüne baskın çıkar. Resimlerine konu olarak seçtiği figürleri, yaşadıkları ortam ve çevre içinde genellikle b bir tür nakış beğenisiyle ele alması, buradan yola çıkarak onları çizgisel bir üsluplaştırma modeline temel yapması, bir bileşim anlayışını akla getirir. Ama bu anlayışta hazır kalıplara ve kolay, denemiş çözümlere de rastlanır Balaban’ın resminde çözüm, uzun bir kişisel deneyin ürünüdür. Sonuçlarsak Balaban’ın sanatı, halktan kaynaklanan bir duyarlılığın, anonimlikten kişiselliğe geçişi diye tanımlanabilir.
Yazar: kaRnaK
Görüntüleme: 244 defa
Kategori: Biyografiler, Genel
Yayınlanma Tarihi: 30 Ağustos 2013
Kategoriler